22 Kasım 2011 Salı

Kar

Cümleni bitir dediği anda başladığımız yere bir daha geri dönemeyeceğimizi anladım. Bu bana tek bir şeyi hatırlattı, hesaplaşabilmek. Var olan tek gerçek o an için buydu. Böğürtlene olan uzak mesafe duruşum da bir başka gerçekti.

Hatırladığım en eski anı kendimi henüz bilmediğim, nasıl biri olduğum ya da olacağım konusunda fikir sahibi olamadığım zamanlara ait. 1993 kışıydı ve Kastamonu'da kar seviyesi 3 metreyi zorluyordu. Bir daha da öyle kar yağmadı zaten. İki katlı ahşap bir evde yaşıyorduk, annem kız kardeşime hamileydi. Kürtaj olacaktı ama gördüğü bir rüya ve doktorun erkek oluşu onu bu fikirden vazgeçirmişti. Utangaç bir kadındı annem ve elbette diğer tüm anneler kadar muhafazakardı. En çok da bizi, çocuklarını muhafaza etmekten haz alırdı. O kış bir anne çocuğunu muhafaza edemedi.
Kar durmak bilmeden yağıyordu, askıdaki çamaşırlar buz tutuyordu, içten içe diyordu ki; hepinizi yutacağım, benimsiniz, bensiniz. 5 yaşındaydım tek istediğim okula gitmekti, kar beni ilgilendirmiyordu ama isteğime engel oluyordu. Daha o gün aramıza bir soğukluk girdi, o günden sonra da kış aylarını asla sevmedim, tıpkı soğuk havaları da benzer bir nedenle sevmeyişim gibi... Verandada oturup kaça kadar sayabileceğimi test ederdim eğer yağmasaydı, daha sonraları yapacağım gibi.

Eskiye ait olanı eskide bırakmak gerektiğini de o gün öğrendim. Babam hatıramda ilk defa o gün yer etti. Yalnızca kış aylarında bizimle olurdu, şehir dışında çalışıyordu. Kahveden çağırdığını düşündüğüm arkadaşlarıyla birlikte göçmesin diye çatımızın karını aktardı. Önemli olan da buydu, sahiden tek gerçek elinizdekileri muhafaza etmekti, başkasına ait olanı değil. Bu yüzden bir evin çatısı göçtü, karın ağırlığına dayanamayıp kendini 2 çocuğun üstüne bıraktı.
Babama ait hatırladığım ilk görüntü çatımızın üstünde olduğu, ikincisiyse karşımızdaki evin çatısının altında olduğuydu. Kucağında 6 yaşında bir oğlan çocuğuyla çıktı oradan, çocuk yaşıyordu. Ablası o kadar şanslı olamadı, onu çıkarabilmek için babam elleriyle karı kazdı uzunca bir süre. İşin aslı diğerleri yetişene kadar, ama yetmedi, yetişemediler. 8 yaşında bir kız çocuğu o gün oracıkta can verdi. Kardeşi o gece bizimle kaldı, gece boyunca ağladı ya da ben uyuya kalana kadar, emin olamıyorum. Vakit yine çok geçti.

Bir başka gerçeğe dönecek olursak, o kız çocuğunun kıyafetleri ölümünden sonra bir torbaya kondu, her neyi varsa o torbanın içindeydi artık, sonra bir daha o torbayı görmedi kimse. Ağustos ayı geldiğinde ve böğürtlenler olmaya başladığında ben gördüm, her yaz yara bere içinde kaldığım, avuç dolusu böğürtlen toplayabilmek için dikenlerine maruz kaldığım o çalılıkların arasında, torbadan fırlamış kıyafetlerini gördüm.  Tüm bu anlattıklarımdan sonra şunu da hemen belirtmeliyim ki bir daha oradan ya da başka herhangi bir yerden böğürtlen toplamadım. Aynı ağustos aynının sonlarına doğru, sürekli tek bir noktaya bakan, tavan arası sandığına asla uzanamayan 1/A öğrencisi oldum.


Dinleme Önerileri:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder