28 Kasım 2014 Cuma

mektup

Seni her unutmaya çalışımda karnımdaki sancıya çarparak son buluyor iç çekişim. Görüş mesafem daralsa da seni tekrar görme arzumu bastıramıyorum bir türlü.
Peki, nedenini kestiremediğin bir şekilde ürperdiğin oluyor mu hala? Uzak mesafelerin zıt kutuplarında kalan telefonlar sesin şiddetini düşürür, arama hiç boşuna.
Elin hala kalbime dokunuyor. Sayısız kere Karga'ya gittim, kırk çeşit bira içtim, işi bıraktım, bu kez sahiden bıraktım, aşşırı derecede tatlı planlar yaptım, yalnız kalıp ağladım, Cihangir'e hiç gitmedim, sporu bıraktım, sık sık filtre kahve yaptım, sayısız yeni elbise aldım, aynı botlara kafayı taktım, aynı pis botları ayağımdan çıkartmadım, artık yoksun nasılsa.. Kendim adına pozitif şeyler.. ^_^
Gördüğüm rüyaları yazmaya bir süre ara verdim, içime atmayı öğrendiğimin kanıtı.
Seni suçlamayı bıraktım. Hem zaten hayatına hiç uymadım. Hayatım adına ani kararlar aldım, hiç garantici bir kadın olamadım.
Şimdi, yaşamayıp askıya aldığım bu yasın tadını çıkaracağım, sevgiyle..

20 Kasım 2014 Perşembe

20.11.2014




Şu noktaya tekrar bakın. orası evimiz. o biziz. sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı hüzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.
evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. o zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.
böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.
dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. en azından yakın gelecekte gidebileceğimiz başka yer yok. ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. beğenin veya beğenmeyin, şu anda dünya sığınabileceğimiz tek yer.
gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza."


Evinden gidince ben, bütün çiçeklerin solduğunu söyleyen bir adam, aklıma Carl Sagan'ın bu yazısını getirdi. Ancak ne var ki aynaya baktığımda gözlerimin altı hala mor. 

14 Ekim 2014 Salı

Şubat, 2014

Son derece huzursuzum.
İşe gitmem gerek ama kalbim paramparça. Nefes almakta zorlanıyorum, sanki biri iki eliyle boğazıma yapışmış.
O'nu birdaha görmek istemiyorum, O'na rezil bir adam olduğu için her şeyin bittiğini haykırmak istiyorum. Mutsuzum, kırgınım, kızgınım.
İşe gitmem gerek.
Ayaklarımdan beton zemine tutturulmuş gibiyim. Gece yarısını çoktan geçtim. Asıl sorunun ne olduğunu bilsem de kayboldum. Tanıdığım herkesin ihanetini üstümde taşıyorum. Çok ağır geliyor.
Başarısızlıklarla dolu bir özgeçmişim, hayal kırıklıklarım, istenmeyen bir kimliğim var geride.
Hemen o an karar veriyorum.
İşi bırakıyorum, hem zaten haketmediğim bir konumdayım.
Hem zaten olmak istediğim yerde de değilim.
Kişisel tarihim gözlerimin önünde geçit töreni yapıyor, canım yanıyor çünkü son bir yılımı çok seviyorum. Kararlar alıyorum, pek çoğundan vazgeçiyorum, kimisini hemen uyguluyorum. Seyahat ediyorum, ama ne fenadır ki attığım her adımda O'ndan biraz daha uzaklaşmak yerine O'nu daha çok özlüyorum. O'nun tek yaptığı şeyse beni suçlamak. Gelecekteki yaşantım için öğütler vermek. Üstelik aldatılan benken.
Sevgimden şüphem yoktu.
Gittiğim yerde uçsuz bucaksız arazinin ortasında o ağaca bakıp bunu düşünüyordum.
Hislerimi yeniden kazanıyordum. Ağaca hayranlık duyuyordum.
O gün orada sayısız karar alıp bugün yalnızca birinin peşinden gidiyorum.
Sınırsız bir arzum, peşinden durmadan koşabileceğim bir tutkum var.
Beni doğayla bütünleştiren bu kararı son bir yıldır belleğime ilmek ilmek işliyorum.
Toprak beni seviyor. Ben de onu her fırsatta bağrıma basıyorum.
Artık kendimi beş yıl sonra o ağacın altında gökyüzünü izlerken görüyorum.

30 Eylül 2014 Salı

62, geriye/başlangıca.

Başta söylemem gereken şeyleri zaman algımı bazı bazı yitirdiğim için sonda söylediğim anlar oldu. Hayatı bir intikam gibi yaşıyor olmak yerine 'an'lardan ibaret olduğunu anlayarak yaşadığım o bir dönemi naparsam yapayım geri getiremiyorum. Şehir değiştiriyorum, plak değiştiriyorum, insanları değiştiriyorum olmuyor. Bazen bitkilerle ve toprakla uğraşırken kendimi 'O an'lara çok yakın hissediyorum. Geçmişe ya da aylardır hayalini kurduğum planlarıma bağımlı kalmadan nefes alabildiğim gün yine öyle huzurlu olabileceğime inancım sonsuz. Ancak ne var ki uyurken ya da üşürken bir eksiklik hissi muhakkak devam edecek. Birine sahiden bağlandığımız an bize hiç olmayacak şeyler yaptıran o güçlü kıskançlık duygusundan, kaybetmeye başladığımız gün kurtulmaya çalışıyoruz. Asla tamamen kurtulamadığımızı O'nu başka biriyle hayal ettiğimizde, bize o denli şefkat göstermediği, sandığımız gibi bizi önemsemediği düşüncesine kapıldığımızda anlıyoruz. Acı çekmenin bin türlü hali var nasılsa. 

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Rüya, 21 Temmuz

Kastamonu olduğunu düşündüğüm bir şehirde şehrin en yüksek noktasına doğru yürüyüşe çıkıyorum. Zirvede dolaşırken gördüğüm üç farklı bonsai aklımı biranda alıveriyor. Kusursuz doğal bonsailer! Masmavi çiçekleri olanın kökleri bir kayaya dolanmış, kayayı yerinden oynatıp yukarı kaldırdığım an avucuma geliveriyor. Yaşadığım haz inanılmaz. Onu köye indirip evimde yaşatmak istiyorum. O'na aşık oluyorum. Dönüş yolunda birden aklıma bu güzel ağacın yalnızca kendi toprağında yaşayabileceği geliyor, geri dönüyorum. Onun için biraz toprak almam gerek. Onu söktüğüm toprağa avucumu daldırıp iç içe geçirdiğim iki poşete doldurmaya başlıyorum. Yine yola koyulup geri dönecekken iki ruh emici tarafından yolum kesiliyor. "Buradan bu toprakla ayrılamazsın" diyor içlerinden biri. Yaratığın koluna yapışıp var gücümle sıkıyorum. "Toprağı alacağım" diyorum. Kolunu sıkmamla kendini geriye çekmesi bir oluyor. Dokunduğum yeri alev alıyor, acı acı bağırıyor ruh emici. Arkamı dönüp gitmeye çalıştığım an peşimden geliyorlar. Cam kırıklarıyla dolu boş pencerelerin içinden geçip dağdan inmeye çalışıyorum. Yakamdan düşmüyorlar. Gözleri toprağımda. Çevreden yardım almam gerekiyor ama herhangi birinin beni o yükseklikte duyacağından şüpheliyim. Yine de var gücümle ablama seslenip beni oradan kurtarmasını istiyorum. Kimse gelmiyor. Pencerenin içinden geçemeyeceğimi kabul edip farklı yollar denemeye başlıyorum. Mavi çiçekli bitkim, toprağım ve ben sazlıkların arasına dalıp gözden kayboluyoruz.

28 Haziran 2014 Cumartesi

Rüya - Haziran 28

İçinden konuşan bu adamı uzun süredir izliyorum. Annesiyle yaptığı bu ilk büyük kavgadan zaferle çıkması tamamen tesadüf. Yine de O'nu asla yenemeyeceğini elbette biliyor.  Babasıyla bağı yok, kanbağı dışında.  Bana doğru yürüyor, bakışları beni delip geçse de, bana geliyor. Annemin histerikli bir orospu olduğunu, biran önce ondan kurtulmazsam sahip olduğum her şeyi kaybedeceğimi söylüyor. Devam etmesini, beni ikna etmesi gerektiğini söylüyorum. Peşinden gitmemi istiyor.
Anne olan sen, bir türlü birey olamayan anneni büyütüyor.
Durup arkasına bakıyor, beni görüyor.
-?
Sesin kız çocuklarını anımsatmıyor, sesin yitip gidiyor.
Susuyor, yürümeye devam ediyor.
1 dakikalık saygı duruşunun ardından tuhaf şeyler olmaya başlıyor.
Her boku ciddiye alman çok da şarttı.

Burdan sonrasını yukarıdan izliyorum. Her adımı bir seramoniyi andırıyor, her adımda ayak izlerinden ağaç kökleri fışkırıyor, kökler peşi sıra toprağı sarıyor, O'nu sarıyor. Yürüyüşü yavaşlıyor, adımları ağırlaşıyor.

Kalbin hala benim için çarpıyor, dile getirmeye korkuyorsun. Soy ağacım burada yeniden gözler önüne seriliyor. Görüyor musun?

Devamını anlayamıyorum, aramızdaki mesafe gittikçe uzuyor. Mutsuz olduğunu gizlemeye çalışan her adam gibi yüzünü yere eğiyor.
Ayaklarım yeniden yere bastığında bana dönüp şöyle devam ediyor;

-Kucağında yatmama izin ver, tanrı aşkına!

Burada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bunun altında kesin bir şey var hissiyle O'ndan uzaklaşıyorum. Dönüp yeniden bakmaya cesaret edemiyorum ama bir şekilde geride bıraktığım O adamın köklerinden kurtulamayıp oracıkta ağaca dönüştüğünü hissedebiliyorum.
Uyandığımda loopa aldığım şarkının 48. tekrarını duyuyorum, Rodriguez, sugar man.




18 Mayıs 2014 Pazar

Karga'da..

Yapmak istediğim şeyi yapamadan hayatım sona ermiş olacaktı. İşe senden kurtulmakla başladım. Şu ya da bu şekilde birbirimizi yeniden bulduğumuz zaman ödeşeceğiz. Yalnız bir şey daima aynı kalacak. Ne olduğunu biliyorsun. Ben olmadığımı da.. Yüksek sesle dile getirebildiğin zaman, egonu biraz olsa yatıştırırsın. Bana güven. Ahh herzamanki gibi gözlerinde beni kimse etkileyemez bakışı. Olsun, zamanla alırlar o bakışını senden. Dekoltesini kapatmaya çalışıp elbisesini yukarıya çekiştiren bir kadın olacak bu. Tam olarak öyle bir kadın yapacak bunu. İnsanların güvenden kaynaklı zaaflarını kullanmaya devam et. Bu şekilde elbet bir yerlere varırsın.



2 Mayıs 2014 Cuma

Finish it.


Gerçekleştireceğime inandığım şeyi keşfetmeye başlıyorum. Herkesten kopup ayrılmak başlarda zor göründü, yanlışlar hep başlangıçta yapıldı. Bu hisle çatışmak şunu boşluğa sormam gibi; "seni sevdiğimi biliyor musun?"
Bitirdim, yoksa tamamlanamadan çürüyecektim.

5 Nisan 2014 Cumartesi

Kayıp Zamanın Izinde (4)

Başka dünyalardan söz ediyorduk, henüz bitti sohbetimiz. Beyefendinin yine acelesi vardı, ruhunu teslim edip gidiverdi. Plak koyduk. Şarap koyduk. Tuval koyduk. Müzik durdu ve hava kararırken uzun bir yoklama yaptık. Kimseyi yerinde bulamadık. Kimse bizi bıraktığı yerde bulamadı. Olaylar ve aylar işte böyle akıp gitti. ikimizin de tamamen bulanık bir döneme girmesi sahiden gerekli miydi?


17 Mart 2014 Pazartesi

Mart, 2014

Bir ufak, ufacık hatıra, tırnaklarının arasına batmış bir kıymık parçası, kağıt kesiği, yanık tadı, et tadı, Cihangir'de bir et lokantası, otopark mafyaları. Otopark mafyaları her yerde.

1 Mart 2014 Cumartesi

Rüya, Şubat 28

Turuncu bir ejderha olarak 4 cüce tarafından dünyaya getiriliyorum. Cücelerden en tuhaf görüneni hangisi karar vermek oldukça güç. Ancak ağırlıklarının tonlarca katı olan beni epey sevip sahipleniyorlar. Canlarını verecek kadar sadakatle bağlılar bana.
Dünya boş binalardan ve bizden ibaret sadece. Bir de bana benzeyen ama küçük dostlarımı öldürmeye çalışan bir başka ejderha var. Düşmanım ilan ettiğim bu yaratığı bir türlü yok edemiyorum. Aramızdaki ezeli rekabet yüzyıllardır sürüyor ve bu başkalarına zarar veriyor. Dünyanın sonunu getirmiş olma ihtimalim aklımdan bir türlü çıkmıyor. Bu yüzden minik dostlarımı ne pahasına olursa olsun hayatta tutmalıyım diye düşünüyorum. Aynı şeyi o ufacık hallerine bakmadan onlar da benim için düşünüyor olsalar gerek, her fırsatta benim için canlarını feda etmeye çalışıyorlar. Bunun için yemin etmiş gibiler. Bu şekilde işin içinden çıkamayacağımızı kabulleniyorum ve tam o sırada geri dönüşü olmayan planımı yapıyorum. Eğer ölümsüzlüğümü yenebilirsem onu da yenebileceğimi biliyorum.
Kulelerin tepesinden havalanıp yükselmeye başlıyorum, uçarken başaramayacağım hissine kapılıp aniden düşüşe geçiyorum. Yere çakılmadan hemen önce yeniden ölümlü olabilecek olmamdan kaynaklı ani bir sevince kapılıp tekrar havalanıyorum. Atmosferi delip birden bambaşka bir boyuta geçiyorum. Ayaklarım siyah asfalt zemine sağlamca basıyor. Etrafta birbirinden farklı saksılar içinde tuhaf bitkiler görüyorum. Bir portakalın yarısı kesilmiş ve içi boşaltılmış halde, portakal, fidanına şemsiye görevi görüyor. O an anlıyorum ki turuncu ejderhayı bu fidanla alt edebileceğim. Ama onun ölümüne sebep olma fikri canımı oldukça sıkıyor. Buraya yerleşip ejderhayı da unutmaya karar veriyorum.

Şubat 2014, kastamonu.

27 Şubat 2014 Perşembe

Kayıp Zamanın İzinde (3)

Bazı gizemler vardır ki kendilerinin açığa vurulmasına asla izin vermezler. Bazıları da gölge olup kendini geceleri belli ederler.
Hesaplaşmak anlamsızdı çünkü kalbimdeki boşluk bununla dolmayı reddedecekti. Bu yüzden kendimi hiç beklenmediğim bir şehirde buldum. Uzun uzun okudum. Uzun zaman dinledim. Ruhuma merhamet ettim.
Burada her şey bir anlığına donup kaldı, hayaller bile.. Yankılar tamamen dinince kendime geldim. Gözlerimi kapalı tuttuğum süre boyunca huzursuzluğumun kaynağını besledim.

23 Şubat 2014 Pazar

Kayıp Zamanın İzinde (2)

-Beni hatırlamayacaksın bile. Gerçek olmadığımdan emin hafızanın derinine derinine iteceksin beni. Ama ben sonraki gün sonraki gün ve yine sonraki gün hep burada olacağım. Beni duyarsın, herkes duyar, dedi.
Hatırlayacağımdan emindim. Yine de boynumdaki pullu sarı şalı dalına doladım. Yarın yine gelirim dedim. Dönüp baktığımda ağır ağır içine çöktüğünü gördüm. Zamanı durdurmaya çalıştığını o an hissettim.

22 Şubat 2014 Cumartesi

Kayıp Zamanın İzinde (1)

Eğer yeteri kadar yol gidersen önünde sonunda bir yerlere varırsın, dedi öteki ben. Bir yere varmak çok da gerekliymiş gibi.. 

Albertine Kayıp...

Kendime not: "geçmişi hatırlama gayretimiz nafile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır."

9 Şubat 2014 Pazar

Merak etme her şey eskisi gibi olacak.

Ben bu ormana gireli tam 2 ay oldu. Ama bak bu ağaçlar yıllardır çağırıyor beni. Bu sarmaşık 20 yıl önce de böyle oyuncuydu mesela, gündüz davetkar gece içine kapanık. Hiç bozmadı kendini. Senin benim gibi değil anlıyor musun? Anladığını biliyorum. 

Sen kazandın, kaç farklı yoldan gideyim? Yine, "beni bırakma" mı diyeyim? Zaman algımı yitirdim. Sahi özledin mi beni? 

Adımlarımda bir kararsızlık seziliyor. Azalarak tükendim bugün de. Haftalarca yemek yemeyerek boyut değiştirdim, uçuyorum baksana! Herkes kendi rüyasını yaşıyor burada, kaldığım yerden devam etsem uykuma benimle gökyüzünde buluşur muydun?

Şubat çok uzun sürdü. Günlerdir yataktan çıkmadım. Eğer seni biran önce affedebilirsem unutabilirim sanıyorum. Eğer yeterince burada kalırsam seni anlarım sanıyorum.

Her şey kendiliğinden gerçekleşti. Burada haftalardır uykuyla uyanıklık arasındayım. Iyi olup olmadığını merak etmiyorum. Biliyorum. Tavanarası kitaplarımı bıraktığım yerde bulamıyorum. Birsürü kız çocuğum var şimdi o sandıkların içinde. Öfkeli bakışları parmaklarımdaki kırmızı ojeyi çatlatıyor. Çektikleri acı kız çocuklarımı olgunlaştıramıyor. Kaygılarını gideremiyorum. Hala yeterince vaktim varken onların bana "buradan git" demesini bekliyorum. Bu asla olmuyor. Seni birtürlü affedemiyorum.

Umarım benden önce çocuk sahibi olursun. 
Hoşçakal.




                                 14 Ağustos 2014 notu: kendimle henüz hesaplaşmadım ama seni hala seviyorum.
                             25 Mayıs 2016 notu: hesaplaşmak anlamsızdı, şimdi seni daha çok seviyorum.

2 Şubat 2014 Pazar

Rüya, Şubat 1

Her tarafı yosunlarla kaplı bir balığı yüzgeçlerinden arındırmaya çalışıyorum. Bu işlem o kadar yorucu ve uzun geliyor ki saate baktığımda gece yarısını çoktan geçmiş olduğunu görüp paniğe kapılıyorum. Aniden O'na yetişemeyeceğimi geminin çoktan hareket etmiş olabileceğini hissediyorum. Bu fikirle yola koyulup soluğu sahilde alıyorum. Sahiden de gemi hareket etmiş ve O görünürlerde yok. Koşarak atlarsam gemiye uzanabileceğimi sanıyorum ve karnımda hissettiğim korkuyu O'nu bir daha göremeyeceğim korkusuyla bastırıp koşmaya başlıyorum. Neyse ki geminin kapakları o sırada açılıyor ve denize düşmeden beni içeri çekiyorlar. Pek çok kişi beni bu hareketimden dolayı kınıyor. Insanların arasından homurtular eşliğinde geçiyorum. O' nu bulmam lazım. Geminin içinde dolanmaya başlıyorum, gittikçe büyüyor ve daha karmaşık bir hal alıyor kamaralar. Hangi kapıyı çalsam korku filmlerinden fırlamış canavarlar tarafından karşılanıyorum. Bu şekilde bir yere varamayacağımı anlayıp O'nu aramayı bırakıyorum. Güverteye çıkıp etrafıma baktığımda hareket etmediğimizi, çalışan motorların yalnızca denizi köpürttüğünü görüp hemen sahile geri dönme kararı alıyorum.  Kalabalık yüzünden bir türlü sahile atlayamıyorum. Sinirimden insanları ezip geçmeye başlıyorum, ayağım yüzgeçlerinden arındırmaya çalıştığım o balığa takılıyor. Düşüyorum. Dönüp baktığımda balığın yarısı kopmuş yüzgeçleriyle havalanmaya çalıştığını ama güvertede dikilip duran onca insan yüzünden bir türlü uçamadığını görüp aniden havada süzülmeye başlıyorum. Endişeli ve şaşkınım. Beni gören yosun kaplı balık biraz daha havalanıyor ve böylece aynı hizaya gelip insanlardan uzaklaşıyoruz. Karnımdaki sancı aniden geçiyor, müthiş bir huzurla gözden kayboluyoruz.
Yıllar sonra yeniden rüyalarımda uçabiliyorum.

Snow goose, Camel


Şubat 2014, Manastır.

Beni henüz tanımayan gemi kaptanının ruhunu besleyecek samimiyet işaretlerini alamadığı bir genç kızla tanışmasının babamı çöküşe yakın bir hale soktuğunu görünce, ona yakınlaştım.

Mazide kalmış bir ilkbaharda duyduğumuz tınıyı tekrar işittiğimizde, bir an için, resim yaparken küçük tüplerden boya sıkar gibi, bu tınıdan, hatırladığımızı sandığımız günlerin unutulmuş, esrarengiz, taze ve tam nüansını çıkarabiliriz. Oysa bu tınıyı tekrar işitmeden önce yaptığımız, kötü ressamlar gibi, tek bir tuval üzerine yayılan bütün geçmişimizi iradi hafızanın geleneksel ve hepsi birbirine benzeyen tonlarıyla boyamaktır.