28 Kasım 2012 Çarşamba

28 Kasım 2012




Fotoğraftaki gizli objeler:
-Adgar Allan Poe baskılı bira kapağı. Birasının tadı korkunçtu.
-El değmeden üretilmiş 1972 yılına ait 'In God we Trust' yazılı Amerikan bozuklukları; 2 one cent, 1 one dime, 1 half dollar, 1 five cent, 1 quarter dollar.
-Arkasında Kızılkule, Alanya baskısı olan mor yazılı 250.000 Türk lirası. Başkan yardımcısının imzası Atatürk'ü işaret ediyor.
-Gidiş-dönüş alınmış ama sadece gidiş olanı duran New York uçak bileti.
-Otel çalışanlarının kullandığı yaka kartı, Hospitality service provider, isim kısmında 'Leni' yazıyor.
-42 adet İdo bileti.
-34 adet Kamil Koç otobüs bileti, biri Antalya, kalanları İstanbul-Çanakkale yolculuğu.
-Pink floyd Meddle albüm kaseti, Unkapanı'nda çoğaltılmış, kapağı kırık, sanırım biri üstüne basmış.
-2'si aynı kişiden 3 adet mektup.
-Bir alışveriş listesi, 10 Ocak 2012 tarihli, anladığım kadarıyla fırında levrek yapmışım ve yanında beyaz şarap içilmiş. Savignon Blanc üzümleri.
-Nereden geldiğini bilmediğim bir golf eldiveninin sol teki, bayanlar için.
-Harley Davidson botlarımın hiç kullanmadığım yedek bağcıkları.
-Sadece ilk iki sayfası işlenmiş bir pasaport, süresi dolmuş, yeniletmek gerekiyor.
-İçine peçeteler sıkıştırılmış bir converce anahtarlığı, bir şekilde ıslanmışlar ve peçetelerde yazanlar okunmuyor.
-Paslanmış divit uçları, kalemini bulamadım. Mürekkep hokkaları akmış, sadece mavi ve kırmızı olanlar delinmeden sağlam kalmış.
-Yarısına kadar kullanılmış 5B resim kalemi, hangi resimde kullandığımı çok iyi hatırlıyorum.
-14 parça lego, 8 tanesi çatıya ait kırmızılardan.
-Biri 2.5 diğeri 2 numara olan iki adet alto saksofon kamışı.
-O'nun kalemi, 1. sınıf genel matematik dersine çalıştırdığım gün bende unutmuştu.
-1.7 oz, 50 ml'lik Lancome'un Miracle parfüm şişesi. Tamamen boş.
-Beethoven'a ait, The Spirit of Freedom cd'si, 1 dolara alınmış, özel kutusunda. Benzer şekilde Mozart'a ait, Musical Masterpieces cd'si, yine 1 dolar.
-Bir taş parçası, Drakula'nın Transilvanya'daki şatosundan gizlice kopartılmış. Bunu yalnızca iki kişi biliyor.

Kalan eşyaları ben de okuyamıyorum buradan, silik kalmışlar. Uygun toprak bulduğumda gömeceğim hepsini.

23 Kasım 2012 Cuma

Where the Wild Roses Grow


Avla avcının mesafesi daraldığında, hemen gidelim dedim O'na, biran önce yanımıza alabildiğimiz kadar düş alırsak zamanın içinden akıp geçmemiz an meselesiydi. Cevabı 8 ay 19 gün dallanıp budaklandı..
-Gerillasın sen, habire vur-kaç.
Ancak böyle var olabiliyordum tabi ben. Yine kelimelerle birbirimize saldırıyorduk işte. Çatışıyorduk. Kendimizle ya da birbirimizle, hala bilmiyoruz. Aynı anda kaybediyoruz. Haklı olduğu bir diğer konuysa yan yana gelmemizin bile büyük bir risk olduğu. Artık bunu biliyoruz. Beni en kestirme yoldan susturmak istemesi de bundan. Bu şekilde susturularak insan eninde sonunda bir yerlere varır sanıyordum..
-Bana saldırmayı seviyorsun.
-Daha yapmadım bile.
-Kelimelerinizin o çok güvendiğiniz gücüyle yapıyorsunuz bunu bayım, devam edin. Buna son verdiğiniz gün fırtına kopacak ve öleceğiz.
Kesinliği olmayan bir cümleye tek bir noktayla kesinlik kazandırılabilir. Muğlak olanın yere basan ayakları, toprağa saplı kökleri  muallakta kalanın dallanıp budaklanmış benliğinde can bulabilir. Gel beni bul beni bul beni bul!
-Şüpheliyim.
Çocuktum ben, sahi gerçekten anlamadı mı? O da eskiyenlerdendi.
-Eskittiniz, sen ve senin gibiler.
Biz aynıyız, kadınlar, hatırladın mı? Hepimiz birbirimizi çağrıştırıyoruz, çünkü hala yaşıyoruz ve yaşatamadıklarımız bir türlü bizden intikam almayı başaramıyor. Bu da bizi biz ve bizim gibiler yapıyor. Bu harika bir şey. Orijinali benzerinde koruyabilirsin, orijinalinde değil.
-Evlenelim mi Gülcan?
Hafta bitmeden yitip gitmezsem, elbette!
Kaç farklı soru, kaç farklı yanıt bulursa bulsun her birini yaşamış gibi oluyoruz. Sorular değişiyor, yanıtlar değişiyor ama sonuçları hiç değişmiyor. Yalnızca diğer bir ihtimali düşünüp kendimizi iyi hissediyoruz, diğer ihtimalin bir diğerinin aynısı olduğunu bilmeden. Geride kalanları görünce apar topar siktir olup gitmek isteyişimiz bundan.

21 Kasım 2012 Çarşamba

November


Kendine yeni bir hikaye arıyordun, ne zaman sana hayır desem hikayen yarım kalıyordu. Tutulduğun anksiyete nöbetlerini başka nasıl açıklayabilirdik ki sevgili Tan? Huzur içinde uyu.

15 Kasım 2012 Perşembe

Ben varım.


Tarihi kazananları yazmaya başladı kenara Eroica, siktir olup gitmeden hemen önce not etti bak bunları. Orospu çocuklarından söz etmedi, gerek yoktu. Çok değil, şurada birkaç saat sonra unutacaktı zaten onu kimlerin geberttiğini, kanına girenleri, kanına girdiklerini.. 

Sol kolumda gereksiz bir ağrı, kedi kafasıymış meğerse, ağır çekimli yaşıyorum hep, algılamam zaman aldı bu yüzden, zayıf kaldı. Yalnızlık çekiyor. Seni mi? Efendim? Kedi diyorum, yalnızlık çekiyor. Ha, o mu diyorum, kucağımda uyumak istemesi bundan. Sessizliğe tahammülü de yok, hayret bi şey! Sıkılıyorduk, iki meyveli yoğurt açtık, muzlu olanı ona verdim, hiç sevmem. Bana mı sordum muzlusunu alırken. 

Anesthetize'dan bir ahh geldi, bileğindeki çekici düşürdü ayağına, başparmağına. Gerizekalı. Bu yüzden geç kaldı yine, sütlaç yapmaya karar verdi, çiçek ekse daha iyiydi, pişmiş pirinç tohum vermezdi. Beetle bunu duyunca ayaklandı, iki yaprak bir olup saksıya dayandı, köklerini topraktan sıyırdı, üstümüze yürüdü. Ice tea mango verdik ona da, bir dikişte bitirdi, ağaç oldu. Evrimini duyan Darvin dayandı kapımıza, bize mutluluğun resmini çizdi. Ben beğenmedim pek ama Leni resmi görünce ağladı, histerik orospu. Sonra da resme tırmandı, ayağı taşa takıldı, resimden düştü, sol kolunu kırdı. Taşı sıktı Eroica, içinden acıyı çıkardı. 

Ayak uyduramadığımızı fark ettim, Anesthetize'ın gemisine bindiğim gibi suya atladım. Gemi biraz su aldı. Ben iyiyim sandım. Asmadan ölmeyeceğim! B rh(+) kan grubum, bi bok bilmiyorsunuz. Ama katlin vacip oldu artık. Sen bana mı baktın?

Yalan olmuş bir hayatın nafile çırpınışları gibi bu laflar, sen ne halt ettiğini sanıyorsun? Bana kırılan hayallerin çıkardığı sesi tarif edebilir misin, müzik kulağın iyiyse yapabilir misin? 
Biri beni sevsin. Histerikli orospu! 


Toparlanalım önce, bunu tolere edebiliriz. Yengeç'e gideriz, hemen şimdi, biralar benden, haydi.. Sevgiler ve öpücükler..

photographed by Alpay Küçük

13 Kasım 2012 Salı

Geriye, başlangıca.



Ben burada oturuyorum, tek başıma. Arada yanımdan geçenler oluyor, dönüp bakanlar, bakıp daha hızlı adımlarla yoluna devam edenler, bir de iki adım sonra tökezleyenler.. Ben, köklerinden kurtul, onlar gibi olamazsın artık sen, denildiği halde bana, Türk kadınının gözlerindeki endişeyle caddelerde yürüyorum, belki de bunu işitiyorsun.
Şimdiye kadar olması gerekeni yaptığımız gibi, geç kaldığımız günlerin acısını çıkarmak isteyişimiz, sonra birden düşmemiz gibi. Düşüp yeniden ayağa kalkmak istemeyişimiz, yerin dibine sokacak olanı bekleyişimiz gibi, kimseye hiçbir şey anlatamayacak olmamız, kabullendiğimiz halde beklememiz gibi. Sonra o bir kişiye dünyayı dar etmemiz, zaten dünyanın dar olduğunu idrak etmemiz gibi.
Soru sormayı bırakalı bir asır var, bu böyle olmamalıydı demeyi öğrendiğim günden beri içimi kemirmekten başka yaptığım hiçbir şey yok. Üstelik birine; 'gitme kal' derken, kendime; ne yaparsan yap asla geri dönme diyorum, mesele çok basit, aklı başında biri olarak kalabilmek adına tüm çabam. Şimdiyse yorgunluktan ölüyorum.
Sev beni, sev! Yalvarırım beni sev..


O gece Kadıköy'de karşımızda iki yol vardı, biz aynı sebepten karanlık olanı seçtik. Birbirimize güvenmediğimiz için, biri diğerini yarı yolda bırakamasın diye aynı karanlık yola el ele girdik.

5 Kasım 2012 Pazartesi

Beat Generation Blog Okurlarına;


photographed by Alpay Küçük

''Elim ona ulaşmıyordu. Elime bir şey olmuştu. Çok kirliydi. Dünya kirliydi herhalde. Tırnaklarım uzamıştı. Kök rengindeydiler. Köktüler. Birisi beni ekmişti. Toprakta büyüyordum. İlk kez ayaklarımı gördüm. Ayakkabılarımın uçlarından tırnaklarım fırlamıştı ve dışarı doğru büyüyorlardı, ve kök rengindeydiler. Tüm bedenim büyüyordu. Yüzüme dokundum o da büyüyordu. Başka bir yüz halini alıyordu.''
*Lawrence Ferlinghetti, Her.