7 Aralık 2013 Cumartesi

Rüya - 4 Aralık 2013

O, ben ve ortak arkadaşımız bay G yeraltında bir barda takılıyoruz. Bir süre sonra bay G'nin kız arkadaşı da bize katılıyor. O, gece eve dönmesi gerektiğini, yapılacak bir takım işleri olduğunu ve benim de bu yüzden evime dönmem gerektiğini söylüyor. Eve gitmek için metroya iniyorum, karanlık, tavanından sular damlayan bu yerde oldukça korkuyorum. Beklerken bir süre sonra O'nu görüyorum. Yanında barda gördüğümüz kadınlardan biri var ve elele tren bekliyorlar. Beni fark ettiği anda elini kadının elinden çekiştirip kurtarmaya çalışıyor ancak artık çok geç. Duyduğum acıya bir ortak arıyorum. Incelerek düz bir çizgi halini alan raylara doğru ağlayarak koşuyorum. Kimse arkamdan gelmiyor, acıma ortak bulamıyorum.                                                                                    
Tünelin sonunda birçok gecekondu var, rastgele birine giriyorum. Annem yaşlarında iki kadın karşılıyor evde beni, gece burada kal, sabah erkenden gidersin diyorlar. Tam uykuya dalmışken istasyon srenleriyle Zeytinburnu durağında gözümü açıyorum ve uyuduğum evin vagona dönüştüğünü görüyorum.                                                                                                                                       
O'nun evine gidiyorum, evde O'nu bulamayacağımı, geceyi O kadınla geçireceğini biliyorum. Evde hiç tanımadığım bir kız çocuğu ve mistik bir yanı olan orta yaşlarını henüz geçmiş görünür pek çok yerinde tuhaf semboller olan şişman bir kadın var. Kadın elinde doğumgünümde O'nun bana gönderdiği Ginseng bonsaiyi taşıyor. Konuşmaya başlıyor; "güç oldu ama neyse ki O artık bizimle".   Anlıyorum ki O, minyatür bir ağaca dönüşüyor.                                                                                       
Küçük kız çocuğu bu sırada bay G'nin dedikodusunu yapıyor. G bunu kaldıramadı, diyor. Bir hayat kadınıyla ilişki yaşadığını bu yüzden travma geçirdiğini anlatıyor. Kadın olaya müdahil olup kendisine odaklanmamı istiyor ve o sırada elime avuç içim kadar bir Vespa motor maketi bırakıyor. Evden çıkıp vespaya biniyorum, frenlerim tutmuyor bir uçurumun kenarında kendi çevremde dönüp duruyorum. Daha fazla kontrolü elimde tutamayacağımı hissediyorum ve uçurumdan aşağıya uçuyorum. Onlarca minik balık tarafından oracıkta parçalanıyorum. Bayır bir yolda üç katlı bir ahşap ev ve evin bostanında şahane ağaçlar, çiçekler, salkım üzümler var. Bu evi tanıyorum, dedemin evi. Bostanın ortasında çevresiyle alakasız bir su birikintisi var. Balıklar  tarafından parçalarım o su birikintisine taşınıyor. Çevresi barok dönem tablolarını andıran o  birikintide yeniden vücut bulup hayata dönüyorum.

8 Ağustos 2013 Perşembe

Deja-vu



Her şey olmaması gerektiği yerdeydi. Hemen yukarıda gördüğünüz son yaptığım resim ve oradan bakınca göremeyeceğiniz dün gece gördüğüm düş dışında. Kişisel tarihi dünya tarihinden önemli bir adam aniden uyandırdı beni. Yine onun yüzünden hiçbir şeyi koyduğum yerde bulamadım. Eğer birkaç saniye içinde kendimi yataktan fırlatıp atamazsam her şey eskisi gibi olacaktı.

Yhprum kanunu: Bir şeyin olma ihtimali varsa, mutlaka olur.

4 Ağustos 2013

How to forget your future?

23 Haziran 2013 Pazar

And No More Shall We Part



-Şimdi buradayım.

-Daha önceden neredeydin?

-?

-Şimdi burada değilsin.

-?

-Paylaşacak hiçbir şey kalmadı. Seni adam ettim Gülcan. Sen de siktin belamı. Her çektiğimi koyuyorsun sağa sola. Bana öyle bakardın. Şimdi herkese öyle bakıyorsun. Şimdi kimseyi adam etmek istemiyorum.

-Çok kötü bu.

-Bana kaç Gülcan. Sabaha kadar öpebilirim seni. Harika olabilir her şey. Neden bu hemen olamıyor? Hak ediyoruz oysa.. Balkona masa koydum. Ülkeye döndüğünde orada yemek yiyelim ve tuhaftır rakı içelim.

-Bende kalmalısın. İşler sarpa sarmaya başladı.

-Tüm pozitif duruşuna rağmen acımasız bir yanın var, bunu seviyorum.

*16 Mart 2011, Brooklyn.

8 Haziran 2013 Cumartesi

Mektup

Ayaklarımı karnında taşıyan tüm adamlara;



- Gülcan?

- Ne?

- Bak dinle, benim fena halde aklımı kaçıracağım bir kadına ihtiyacım var. Anladın mı bunu?

Kaburgalarının arasında hissettiğim kadınlar can çekişiyor. Kaburgaları sürekli yer değiştiriyor. Sinirlendiğimde hep daha fazla seviyor beni. Bunu 2257. mesajında ancak fark edebildim. Yani tam olarak 1.5 yıl önce.

- Gülcan?

- Ne?

O, geceleri yatağında rahat uyuyabilen, huzurlu kadınları seviyor. Satır altlarını siyah göz kalemiyle çizen benim gibi kadınları değil. Duyduğum her acının parçası olan kadınları, yaşlandıktan sonra yaşamak istemeyen, işe yaramaz kadınları, ölü kadınları seviyor.

- Asla yeteri kadar içmiş olamayacağız Gülcan.

- Bir kadını düşünürken aslında başka bir kadını düşünüyorsun sevgilim. Bir tarafın hala benimle uyumak istiyor bu yüzden. Artık bir önemi kalmadı, üzgündüm, üzüldüm ve bu yalnızca bir gün sürdü. Senin için ağlamayı birkaç saat içinde bıraktım.

- Berbat geçmeye henüz başlayan günümün ışığı oldun, teşekkür ederim.

- Şarkıyı 45. dinleyişim oluyor, hep aynı sözler. Değişmeyecek mi acaba?

- 45 kere daha dinlesen değişmeyecek.

*Beni terk etti.

21 Mayıs 2013 Salı

Rüya


Kulaklarını kanat yapıp çırpan, dünyanın tavanına değerek uçan filler gördüm. Ayakları okyanusa, kafaları dünyanın tavanına değiyordu. Baba filin yanında oğlu vardı, her şey o ikisiyle başlayıp o ikisiyle bitiyordu. Baba fil bendim.
Bu rüyayı gördüğüm geceden beri rüyalarımda uçmaya çalışıyorum, ama olmuyor.



12 Mayıs 2013 Pazar

Childhood's end


Obscured by Clouds mu?! Yürürken fark edemedim tabi, sonra bir de baktım durağı çoktan geçmişim, nolacak canım 2 durak daha yürüyüveririm dedim, nasıl olsa saat daha sabahın altısı. Sonra ben neksteyşın diyemeden parça bitiverdi. Hiç istifimi bozmadım, cebimden elimi çıkarmadım, ipod'un dokunmatiğini el yordamıyla buldum, bir durak önce nerdeysem oraya aldım parçayı, Childhood's end.

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Dinle!

Ardına kadar açılması gereken kapılara 'açıl susam açıl' diyebilecek kişi benim. Kararı verecek olan benim. Yatağımın ayakucunda saatlerce oturup O'nu bekleyecek olan da benim. Hayır, anlatmam mümkün değil. Birdenbire gözleri şişene kadar ağlayan kadınlar, yerinde olamayacağım ölü kadınlara dönüşüyor, inanır mısınız  yalnızca birkaç dakikalarını alıyor bu.





Artık her şeyi bilmem, zamanla biraz unutmam, hatta affetmem boşunaydı.
 Başıboş dolaşıyordum, ötekilerin yanına dönmemiz gerektiğini anladım ve ondan nefret ettim. 

19 Nisan 2013 Cuma

Epitaph


-Bu leke çıkar mı?
Bilmem, sahi çıkar mı aklımdan, sert zemine çarptıkça tırnaklarımı, çıkan ojelerim gibi mesela. Ucundan eksilir mi şiddet gördükçe? (Konfüjuun will bi may epitaphh.. es ay...)
-Kalem lekesi galiba?
Muhtemelen öyle, ama kalem lekesi çıkmıyor pek. Bilin bunu, herkes bilsin. Yazdın mı çıkmıyor, gitmiyor kolay, yıkasan da dağılmıyor hem, öylece duruyor. Leke işte. (If wi meyk it wi ken oll sit bek..)
-Bulamaz mıyız başka, depoda yok mu bunun açılmamışı, ipek canım bu hassas tabi.
Deposu var mı, sahi baktıralım, soralım, varsa açılmamışını, sıfırını getirsinler. Onlarda kalem lekesi de olmaz, fondoten lekesi de, ruj lekesi de.. kadın eli değmeyince sıkıntı olmuyor pek. (Bat ay fiiırr tumorrow ayyll bi kırayiiiing..)
-Pardon?
Pardon tabi, dokunduğunuz her şeyi mahvediyorsunuz bayan, denemeseniz olmuyor hiç, el sürmeseniz, bakıp geçseniz hiç olmuyor. İsteyelim başka bir tane..
-Daha çok bekler miyim?
Beklersin, ama bence bekleme. Bu şekilde daha ne kadar durabilirsin ki, çık gez hava da açık, avm'de ne işiniz var sahi? Nefes almakta zorlanıyor insan, soluğu kesiliyor bak? Bitwiiiiiiin dı ayyyrıın geyts of feyt..

Dear costumers, please keep your handbox, mobile phones and personel longing with you at all times, thank you for paying attention.

Ben bi yemek yiyip geleyim, yes ay fiiır tumorrow ayll bi kırayingg ehem, yemek önemli yemek.

13 Nisan 2013 Cumartesi

Finishing Jubilee Street

Nick Cave denen şeytan tüylü haylaz adamın saz arkadaşlarıyla söz birliği edercesine, alın yeter başımızın etini yediğiniz deyip önümüze attığı Push the Sky Away albümünden bir iç ses. 

Bu şarkıyı sev, Jubile Street'ten daha bile çok sev. yarısı çıkmış ojeli tırnaklarını yerken kalk bi kahve daha koy yine sev, arada kediyi de sev ama şarkıyı daha çok sev, şarkılar ölmüyor hem bak, çok acayip değil mi?

4 Nisan 2013 Perşembe

You Take My Breath Away



Bu şarkı çalarken hep tuhaf şeyler oluyor. Biri henüz bitmedi diyor, çok derinlerden geliyor sesi ama ben duyuyorum. Bahçeye bir köpek dalıy
or, yeni ektiğim bütün tohumların canına okuyor, saksılardan birine bir şey gömmüş olmalı, dokunmuyorum. İçi boş bir poşet inanılmaz bir ahenkle dönerek uzaklaşıyor, estetiğin tanımı o. Balatası yenmiş topuklu ayakkabılarıyla geçen kadın içe doğru basıyor, muhtemelen bu yüzden çok ses çıkarıyor adımları. Varlığınızı kanıtlamak için topuklu ayakkabı giyiniz ey kadınlar! Daha sık aşık olunuz!

12 Şubat 2013 Salı

''Unutmak, yaratmaktır. Kendini yeniden yaratmaktır.''




Erich Fromm'un Greatness and Limitations of Freud's Thought  isimli kitabını okuyorum. Kitaba tam 8 günlük bir beklemenin ardından ancak sahip olabiliyorum. 'Sahip olmak' kelimesinin anlamı üstüne yoğunlaşmışken kitabı bir çırpıda bitiriyorum. Yutkunmakta zorlandığımı düşünüyorum.

'Düşünülemeyen şey aynı zamanda dile getirilemeyendir. Çünkü dilde onun karşılığı olan bir sözcük yoktur.'

Fromm'un bu kitabı üzerine daha sonra uzun konuşmalar yapabileceğim bir adam tanıyorum. O konuşmaları yaptığımda kitaba yeniden döneceğim ve bu bambaşka bir yazının konusu olacak. Şimdi önceliğim sayfaları elimde kalan 81 basımı bu kitabı Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu ile Jasques Lacan'ın Kuramı Üzerine Beş Ders isimli kitapların arasına koyup dengede kalmasını sağlamak. Ancak ağırlığımı sağ ayağıma verdiğimde kitaba hep aynı şey oluyor, ön kapağı Max Weber'e yaslanıyor. Üniversite'de ikinci sınıfı okuduğum yıllarda bir dönem Makro İktisat dersi aldığımı hatırlıyorum. Çok sonraları Amerika'da yaşadığım sırada dersin hocası tarafından mail yoluyla taciz edildiğim de geliyor aklıma. Bu anıyı acıya çevirdiğim anda Freud ile bastırma ve bilinçdışı üzerine konuşalım istiyorum.

O'na aldığım plağı çöpe attığım için vicdan azabı duyuyorum. Kararı on dakika daha erken vermiş olmayı ne de çok istiyorum. Otobüste unutulmuş hissi yaratacak olan o paket böylece başkalarının hayatında beni trajik bir anı gibi yaşatabilirdi. O'na benziyorum. Ölümsüz olmaya çalışıyorum. Neden daha çok kadın istediğini artık biliyorum. O'nu seviyorum.

2008 yılından beri umutsuzca sevdiğim adamı da bir gecede Charles Mingus dinlerken unutuyorum ve bir saplantıyı kaybederken aynı anda yeni bir tanesini ediniyorum. Hayatımın bir dönemini oluşturan bu üç adamdan en az ikisini sonsuza dek seviyorum. İçlerinden biri daima dışarıda kalıyor, ona da aşık olarak skoru eşitliyorum.

7 Şubat 2013 Perşembe

Robert Plant



6 yaşımdan beri ilk defa bir şeye dokunma arzusuna kapılıyorum; Robert plant'in bir türlü kendini teslim etmeyen gözyaşları. Bu görüntü, 18 yıl önce ulaşamadığım tavan arası kitaplarını getiriyor aklıma.  Tam o anda yolumu değiştirip başka biri haline geliyorum. 
Robert plant, sen heyecanı alınmış bu anlık bakışınla hepimizi tarihe gömüyorsun. 

6 Şubat 2013 Çarşamba

Before the Rain

Kuşlar çığlık atarak siyah gökyüzünde kaçışıyor, insanlar sessiz, beklemek kanıma acı veriyor.



*time never dies and the circle is not round.

Ed Wood




-Kadınlar.. Saf korku onları hem tiksindirir hem de çeker. Çünkü ortak bilinç altlarında çocuk doğurmanın dehşetli acısı var. Kan... Kan korkudur. 
-Biliyor musunuz, bunu hiç düşünmemiştim.
-Sözüme inan. Eğer genç bir hanımla çıkmak istiyorsan onu Drakula'yı izlemeye götür.

1 Şubat 2013 Cuma

Rüya (1 Şubat 2013)



Eski, saman rengi kitaplarımın arasında sakladığım çeşit çeşit tohumları bir sabah boyutuna ve rengine göre ayırıp devasa saksılara ekiyorum. Gece olduğunda saksılardan korkunç bir ses yükseliyor ve içindeki toprak fokurdamaya başlıyor. Korkumu bastıramıyorum ve tam o sırada bir çığlık atıyorum. Kalbim yerinden çıkacak gibi ve yerimden kıpırdayamıyorum.

O ise bütün bu süreçte bahçe kapısında öylece duruyor, bakıyorum, konuşamıyorum ya da ayaklarımı bir santim dahi kıpırdatamıyorum. Bahçe kapısını açıp içeri girmesi için müthiş bir arzu duyuyorum, hiç oralı görünmüyor. Kayıtsız ama sinir bozucu bir yarım gülümseyişe de sahip. Tek istediğim o kapıyı biran önce açması. Ama bu asla olmuyor.

Çok sonra, elinde bir bez bebek olduğunu ancak fark edebiliyorum. Sağ eliyle kolundan yakaladığı bu bebek fokurdamanın şiddetinin artması ve toprağın saksılardan taşması sonucu hareketleniyor. Oracığa yığılmam an meselesi. Emekleyerek bana doğru gelen bu Voodoo bebeği tam ayaklarımın ucuna kadar gelip duruyor ve ayağa kalkıyor.

O anda konuşmaya başlıyorsun; kızımızı doğurmayı kabul etmediğim için O'nu tek başına dünyaya getirmek zorunda kaldığını, ne acılar çektiğinizi, beni asla affetmeyeceğinizi o sinir bozucu yarım gülümseyişinle anlatıyorsun.

Tüm bu süreçte yerde duran ve öylece bana bakan bez bebeğe karşı koyamadığım bir nefret besliyorum. O'ndan kurtulmam gerektiğine eminim. Sana karşı daha fazla kayıtsız kalamayıp bir hışımla kızımızı belinden tek elimle kavrayıp sana doğru fırlatıyorum. Yine emekleyerek bana dönüyor. Bu şekilde bir yere varamayacağımızı, O'nu büyütmek zorunda olduğumuzu söylüyorsun. Bu kez daha çok sinirleniyorum ve yine belinden bir el hareketimle kavradığım kızımızı fokurdamaya devam eden saksılardan birinin içine bastırıyorum, diğer elimle de toprağa baskı yapıp tamamen gözden kayboluncaya kadar bebeği dibe itiyorum. O anda toprağın fokurdaması duruyor, ani bir yağmur bastırıp kilden yapıldığına emin olduğum saksıları eritiyor. Bütün toprak, zemine yayılıyor. Göbek kordonu süzülüp elime uzanan kızımız cenin halinde yerde öylece oturuyor.

30 Ocak 2013 Çarşamba

29 Ocak 2013 Salı

Denise Grünstein'in korkusu


Ne yaparsa yapsın topuklarını asla bir araya getiremeyecek.

Breathe Me!

Az sonra sokaktan sesler yükselmeye başlayacak; tınılarının niteliğine, kademelerine göre sürekli düşen ısının derecesini anlayacağım. Ne var ki, birkaç saat sonra bu soğukta benim bulduğum, artık güce yönelik bir arzu değil, O'nun gidişinden kaynaklanan bir yürek daralması.

Sia - Breathe Me.

Will There Be Enough Water



Öylece hiçbir şey söylemeden ortalıktan kaybolmam olanaksızdı. Her fırsatta oraya gidiyorum çünkü kafama koyduğum şey beni o masaya, yüksek bar taburelerine götürüyor. Mutsuz bir adam bazen bir şey saklamak ister gibi görünüp aslında her şeyi açık ediyor. Hala pek anlamıyorum.

-Niye söyledin böyle bir şeyi?

Arzu ettiğim şeyi bulma çabam bana bunları yaptırıyor. Biraz daha uykusuz kalırsam yeni bir yol arkadaşı edinebilirim ama bu hiç bir işe yaramaz. Kemiklerim kırılıyor. Uykularımda uçamıyorum artık, bir santim bile yukarıya taşıyamıyorum vücudumu, böyle bir kadının öyküsünü anlatan bir kitap yazıyorum. Uykusunda yeniden ayakları yerden kesilebilsin diye bir ömrünü bu işe adıyor. Bu yüzden de yeni birine ihtiyacım var. Beni yeniden gerçek kılabilir, O'nu gördüğüm ilk günden beri bunu düşünüyorum.

-Bu kez nasıl bir yakarışla olacak bu?

Günde en az 2 kez göz göze gelmemiz gerekiyor bunun için; kafamı sağa çevirdiğimde olmalı ilki, kapıdan çıkarken de ikincisi.. Planlanmış her kararla yörüngeden biraz daha uzaklaşacağız, bu iyi. Ses tonunu sevdim, İskoç viski şişesi var elinde, karşısındaki kadına nasıl içilmesi gerektiğini anlatırken şişeyi bana doğru tutuyor, bu daha da iyi. Sayesinde arzu hedefim hiç bozulmadan bir süre daha öylece korunuyor olacak.

-Az sonra olacakları kestiremiyorum nedense..

Farklı bir şey olmuyor, topuklarım üzerinde dönüp kapıya doğru yöneliyorum. Çıkmadan hemen önce piyanonun tuşlarına giden parmaklarım yalnızca iki notaya dokunuyor. Kayıp bir kadının parmaklarından dökülen notalar kimse tarafından duyulmuyor..

24 Ocak 2013 Perşembe

Set The Controls For The Heart Of The Sun

05.04.12, Çengelköy, Tan Tolga Demirci için..

''Max Ernst, kadının hayal gücünden kan çırpan kanatlar yaptı kendine; dişi olan ne varsa yer çekimsiz mabedine hapsetti, olması gerektiği gibi.''TTD.



Hatırlanmış, dışlanmış, kavranamayan bir gerçeklik var, biliyorsun. Ne düşündüğünü, neye karar vereceğini kestirmeye çalışıyorum. Ancak bunu oldukça zorlaştıran durumlar var. Gece dönüyor, gözcüler tarafından izleniyorum, duvarın dibinde bir adam bana el sallıyor, her şey bitiyor. Kapatılmış kapılar ardında yerine getirilmesi gereken formaliteler bunlar. Büyük bir cenaze yemeği artık beni hiç mi hiç tatmin etmiyor.
Ne yapmalıydım hep bir fazlasını bulmak için?

Resim bitti, şarkı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ne yaparsam yapayım Nick Mason'ın elinden o bagetleri alamıyorum. Ne zaman başa dönsek bir tanesi mutlaka elinden fırlıyor. Avuç içinde sakladığı boşluktan  hemen bir yenisi çıkıveriyor. Kimse bilmiyor, ama sahneyi dolduran o duman Waters'ın sigarasından yükseliyor.

Yörüngeden epeyce uzaklaştık, yine de hiç bir pusulaya ihtiyacımız yok. Işıkları kapatmanız kafi, Rick Wright'ı tek başına gölgede bırakın,  parmaklarını seçebilmek istiyorum.

Kız çocuklarına -hayır, demeyi öğretmelisin sevgilim. Yeteri kadar büyüyemeden sarılmalısın boyunlarına, parmak izlerin aynaya baktıkları her an sayılı günleri olduğunu hatırlatmalı onlara.

Beni bırakmalısın!

Hearts A Mess


O'nun bildiği tek şey emin olmak. Benim bildiğimse ateş etmezsem hayatta kalacağı...

-So, you can wait. But, i don't wanna waste my love.

Green Grass

Cibelle söylediğinde sonbahardır. Mevsim normallerinin üstünde seyrediyordur sıcaklık. Sen hep bu havaları beklemişsindir, birlikte gidebilmek için. Mikrofon mu, ihtiyacı yok ki, nasıl olsa söyleyemeyecek beni sevdiğini. Belirli bir kelimeyi yineleyip duracak, plak duracak, Waits duracak, ayaklarım duracak. Yalnız kimse bu kadını durduramayacak. Her zamanki gibi, bir kadın gibi, bütün günü bu şarkıyı söyleyerek durduracak.




Joshua James söylediğinde atmosfer yoktur. Soluk alıp vermek, ben de buradayım demek yoktur. Yutkunmak yoktur. Kimse yoktur, O dahil. Tek gerçeklik yatağının üstünde şarkı söyleyen, elleriyle olmayan kadınını arayan bu adamdır. Sahi koltuktaki adam da kim? Görüldüğü kadar renkli değildir tınıları. Sonuç olarak 2-3 yıldan fazla yaşamazsınız.
                                       .





...ve son kez Tom Waits söylediğinde, dudaklarının kıyısında yaşadığınız gerçeği ile burun buruna gelirsiniz. Islığıyla birlikte düşersiniz. Ne var ki, gitti. Şarkısını da götürdü beraberinde.






WESTERN XTERMINATOR



Acının dinmesi mi? Ölümün var olan şeyi silip geri kalan her şeyi olduğu gibi bıraktığına, diğerinin varlığını sadece bir ıstırap kaynağı olarak algılayan kişinin kalbinden ıstırabı çekip çıkardığına, ıstırabı çıkarıp, yerine başka bir şey koymadığına, gerçekten inanabilir miyim? Istırabın dinmesi! Bir gün bu yüzden intihar edeceğim.

17 Ocak 2013 Perşembe

What do you think?

Ne düşünüyorsun?




Odadaki en uzak mesafeyi hedef noktası seçen ya da tavanda aşina olduğu sayılacak tahtalardan bulamayıp çatlayan betona odaklanan, bazen sadece uykulu bakan, bazen kapalı olduğu halde yuvalarında rahat durmayan o dalgın gözlere, sürekli yaptığınız şeyi yapıp bu soruyu yöneltmeyiniz.

-Hiç!

Bunu neden yapar biliyor musunuz?
Hayır mı?
O halde bazen ölümüne susmanız gerekiyor.