19 Ocak 2012 Perşembe

A Tale of Two Cities / Charles Darney ve Sydney Carton'ın Portresi


''Her insanın bir diğeri için derin bir sır ve gizem olduğunu düşünmek olağanüstü bir şeydir.''

Dickens, ilk kez 18 yaşımda okuduğum A Tale of Two Cities'de açlıktan bir deri bir kemik kalmış insanların, yolun bir tarafından diğerine gerilmiş olan makaralı iplerle adam asacakları bir dönemin Paris'inden Londra'ya uzanacak olan hikayesinde bunları söylüyor. Makaralar aşağı çekilecek ve karanlık aydınlanacak, ancak şimdilik elle tutulabilir tek şey yoksulluk ve sefaletken bu biraz zaman alacak.

Önceliğimiz Kuzey Kulesi, Yüz Beş!
Uzun süre kilit altında yaşadıktan sonra salıverilen bu adam adını sorduklarında böyle cevap veriyor. Kuzey Kulesi, Yüz beş. Şimdilerde ayakkabı yapıyor, yani O'nu ilk gördüğümde genç bir hanım için yürüyüş ayakkabısı yaptığını söylemişti. Artık tutuklu değildi ancak yine de kilit altında yaşamaya devam ediyordu. Peki neden?
''Neden mi? Çünkü o kadar uzun süre kilit altında yaşadı ki eğer kapısı açık bırakılırsa korkabilir, çıldırabilir, kendini parçalayabilir, ölebilir ya da daha başka şeyler olabilir.''
Neyse ki altın sarısı saçlarıyla kızının bukleleri boynundan aşağı dökülmüştü de bunların hiçbirisine gerek kalmamıştı. Neyse ki! Bay Manette ya da Doktor Manette diyeceğiz artık O'na. Kızı Lucie öyle istiyor çünkü.

Doktoru oradan kurtardığımıza göre beş yıl sonrasına gidiyoruz. Şimdiki önceliğimiz 'Ulu, haşmetli, yüce prense, efendi hazretlerine' ihanetle suçlanan bu yakışıklı ve uzun saçları ensesinde siyah bir kurdeleyle toplanan beyefendi olmalıdır. Charles Darney o saçlara sahip olduğu sürece her fırsatta ondan söz edebilirim. Casusluk! Ancak elbette, kendinden emin duruşuyla bir parça sinir bozucu görünen bu adam suçlamaları reddediyor. Şimdilik tek kaygısı duruşma salonundaki Bayan Lucie'nin solgun yüzü... Aynı kaygıyı taşıyan bir adam daha var orada ancak onu da şimdilik kimse bilmiyor.
Vatana ihanet davası o yıllarda görülüyorsa sonuç asla değişmez. Bu yüzden Jerry'nin;
''Yani suçlu bulunursa demek istiyorsunuz'' sözü bir şey ifade etmiyor.
''Ohoo! Suçlu bulacaklar, merak etme!'' İşte bu cümleyse her şeyi özetliyor.

''Önce az biraz asarlar, sonra aşağıya indirip canlı canlı dilimlerler, ardından adam hala hayattayken kendisine yapılanları kendi gözüyle görürken içini dışına çıkartıp yakarlar, sonra kafasını uçururlar. En sonunda da dörde bölerler, cezası budur.''

Bu saygıdeğer beyefendiyle -özür dilerim tutukluyla- Bay Carton'ın pasaklı görünüşü ve tavırlarındaki kayıtsızlık bir yana bırakılırsa görenleri şaşkına çeviren bir benzerlik vardı. Çok sonraları ''Merhamet dolu bir yüreğe sahip Sydney Carton'ın varlığı..'' diye söz edeceğim kendisinden, 3 yıl önce de yaptığım gibi. Ancak o zaman o rutubetli mahkeme salonundan ve her ikisinin de görüntülerini yansıtan tavan aynasından kurtulmuş olacağız.

Sydney Carton ve Charles Darney'in görünüşlerindeki bu benzerlik sayesinde, o gün duruşmada bir kağıdın üzerine aceleyle ''Beraat etti'' yazıldı. Bu iki genç adam yine aynı gün iyi kalpli tanık Lucie Manette'a aşık oldular. Ancak Sydney Carton kendisini Bay Darney'in kaldırım taşlarına düşen sureti olarak gördüğü sürece onun için yas tutmaya devam edeceğim. Muhtemelen o da bu dünyaya ait olduğunu unutana dek yastığını boşa akan göz yaşlarıyla ıslatmaya devam edecek ve içtiği litrelerce şarabın da etkisiyle sızıp kalacak. Hemen her gece! Ne de olsa o insanların en aylağı ve gelecek vaat etmekten en uzak olanı.

İlmikler ve motiflerle örülen bir liste her an her saniye Bayan Defarge'ın usta parmaklarından çıkıyor. Yorulmaksızın örüyor kadın. Tezgahın arkasında, yol boyunca, her yerde... Kefen örüyor! Suçları ve suçluları ilmek ilmek işliyor örgüsüne.

''Yaşasın Kral! Yaşasın Kraliçe!''

Örgü bitene kadar yaşayacaklardı elbette.

Charles Darney'in, sevgili Doktor Manette'ın kızını büyük bir bağlılıkla seviyor olması işe yarıyor. Evleniyorlar. Ancak bir yerlerde hata var çünkü Charles'ın gerçek adı ölüm arabalarının Paris sokaklarında giyotinlere doğru ilerlemesine neden oluyor.

Sydney Carton o gün o kararlılıkla mahkumun yanına girmemiş olsaydı, yıllar önce yine benzerliklerinden faydalanarak hayatını kurtardığı bu adam çoktan yitip gitmişti. Şimdiyse çelimsiz, zayıf bir genç kız için kalbi yumuşamıştı bu umursamaz adamın. Göz yaşı döküyordu, ölüme giderken elini tutmak isteyen bu genç kız için ağlıyordu utanmadan.

Örgü tamamlanıyor, Cumhuriyetçi kadınlar saymaya başlıyor.
Pat! İlk kelle düşüyor. Bir!
Genç kız korkuyor. Carton'a minnet duyuyor. Korkusu azalıyor, sakinliğini koruyabilmesi için bir şeyler duyması gerekiyor. Sydney Carton yetişiyor imdadına, 'Korkça küçüğüm, hızlı olacak, korkma!' diyor. Kızı dudaklarından öpüyor, aynı sıcaklıkla karşılık görüyor.

52!

Sydney Carton ölmeden hemen önce şunları fısıldıyor kulağıma:

''Bugüne kadar yaptıklarımdan çok, ama çok daha güzel bir iş yapıyorum; bugüne kadar gittiğim yerlerden çok, ama çok daha güzel bir yere gidiyorum.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder