19 Eylül 2012 Çarşamba

Açık oturum



Toprağı dinliyor.
-Nasıl yani?
Orada öylece oturup durmuyor, giydiği oyuncak bebek elbisesiyle yeni bitkiler ekiyor. Biraz büyüyüp kurusunlar diye kendini detaylara gömüyor. Yeteri kadar derine kök salamayan her bitkinin sonu da budur hem. 3 ay önce ektiği limon ağaçlarını bir düşün. Hepsi gerçek, hepsi ölü! Öyle şeyler söyledi ki onlara, botanikçi kadın bile görünür bir ölüm sebebi bulamadı. Önce gölgeleri kaybolmuş ortadan, öyle söylüyor.
-Zaten yağmur yağıyor, bitkileri sulaması neden?
Tam bir yalnızlık öyküsü bu. Bir başımıza kaldığımızda kendimize anlattığımız türden. En az yedi sekiz kez gözlerimizi kırpıştırmadan göz yaşlarımıza engel olamadığımız anlardan biri gibi. Hep aynı hikaye, kadın seviyor, adam gidiyor, adam dönüyor, kadın hatırlamıyor, sonra kadın ağlıyor, kadınlar hep ağlıyor..
-Gidelim artık.
Şimdilik burada kalabiliriz, ağlayan kadınları tutuklamaları için birini gönderiyor O. Henüz bilmediği çok şey var. Kadınlardan biri onu tanıyor. Bakıyor, kahkaha atıyor, kelepçeli bileklerini gösteriyor, arkasını dönüp gidiyor.
-Bir şeyler yap, toprak yiyor.
Zamanında her işini kendi görürdü, birini düşünürken diğerini kenara bırakır ve böylece her şey affedilirdi. Sonra bu ona çok görüldü. Herkes çirkinliğini konuştu. Buna rağmen asla yeteri kadar uzağa gidemedi, boş, üçüncü sınıf hayaller, sürekli kendini tekrar eden, kayıp öfkeli adamlar.. Bunu herkes bilmiyor, bilmesin. Bilincinin gerisinde ön yargılar, kompleksler, güçsüzlükler bulunan bu kayıp adamlardan biri her an, hala öfkeli olarak ortaya çıkabilir.
-Kayıtsızlığı merak uyandırıyor.
Öyle güzel siktir olup giderlerdi ki hayatından, ne söylese bir eksik kalırdı. Lacan'ın işçiliği de olmasa hiçbirini yakalayamazdı, sokaklar yitik olanlarla, orada burada kahve molası verenlerle dolup taşardı bu yüzden. Hepsini bağrına bastı. Tekrar tekrar, hep aynı şefkatle. Kağıttan gemiler yaptı, bazen kırmızı, -ki hep orada kalabilmek içindi bu- bazen yeşil flamalı, -uzaklara gidebilmek için bu da.- Voyage 34'ünü gördünüz mü hiç, dört katlı olan.. Sonra, battı. Nerede yanlış yaptığını ancak o zaman anladı. Bir daha da asla uzaklaşmaya çalışmadı. En azından biz ona inanıyoruz.
-Sen, olması gerekeni yapıyorsun.
Bütün bu sıkıntılar tek bir kaynaktan beslendi durdu yıllarca, hepsi bu. Yüzündeki şaşkınlığı, sağ göğsündeki kist zamanla dışa vurup yeşilden mora, siyahtan sarıya dönüştüğünde silebildi.
-O halde, şimdi?
O'nu ben de bırakacağım evet.
-Yalvarırım O'na bunu yapmayın.
O kadar şeyden sonra bu kadına yüklediğin artı değeri Jung nasıl açıklardı biliyor musun?
-Açıklayamazdı, rüyalarımı başkalarıyla paylaşmam ben.

''Herkes ve her beden  bağlantıyı kaybediyordu. Her beden. Durum böyleydi. Bedenler gittikçe birbirinden uzaklaşıyor, yine de hala sevişmek için kullanılıyorlardı. Sevişmek sevginin kendisi hakkında bilgi sahibi olmanın bir yolu olmalıydı. Sanki sevişmekle sevmek arasında doğrudan bir bağlantı varmış gibi. İkisi arasında gerçek bir bağlantı. Metrodaki karşılıklı gidip gelen sistem gibi, bedenler bağlantı aracıydı. Sevişmek yaşamın var olduğunu kanıtlamanın bir yoluydu, sevginin kendisinin, tinsel sevginin var olan bir şey olduğunu kanıtlamanın bir yolu. Bedenlerle sevişmek bunu kanıtlamanın sözlü biçimiydi, var oluşun dili.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder