Anlattıkların gerçeklikle olan ilişkisine bir müddet ara verip artık var olmayanı katıyor hayatlarımıza. O’na Martı diyorsun. Nedeni ise sende; diğeri olmadan kendi olamıyor o. Acı mı? Evet, bir parça...
O sabah olan biten her şeye seyirci kalmış olmam da bundan. İşte şimdi de orada duruyorsun, sahilde, güneş tüm resmiyetiyle bulutları aralarken. Daha kaç gün, kaç saat, bilmem kaç ömür sevebilir ve yasını tutabilirsin o’nun hiç kimse bilmiyor. Şimdilik bildiğimiz tek şey Moda sahilinde ‘zaman’ tarafından öldürülmek istendiğin. O yüzden önceliğimiz seni oradan çekip almaktır. Evet, istemesen bile.
Haydarpaşa tren garı... Şubat ayının son zamanları ve söylendiğine göre mevsim normallerinin hakkını layıkıyla veremiyor bu güneşli gökyüzü. Yolcu sayısı ile satılan biletlerin bu uyumsuzluğu gergin olmamın asıl nedeni. Bütün bu kalabalığa gerçekten baktığımda yalnızca birkaç kişiyi görüyorum. Geriye kalan tüm o çürümüşlük ise tek tip kadınlara ait. Kulaklarından çıkarak göğüslerinin arasındaki dar patikada buluşan kulaklıklar ve kulaklarındaki halka metali boğazlarına geçirme arzusu...
Hangimizin daha umursamaz olduğunu basit bir hileyle anlamaya çalışıyoruz. Birbirimizin yüzüne bakmıyoruz, göz teması kurmuyoruz. Ancak biri sırtını dönerse bu delici bakışlara, alabildiğine süzüyoruz onu. Basit olansa bilmemiz gereken, ‘kimseye arkanı dönme yoksa yenilirsin’.
Yavaş adımlarla 13.30 peronuna yaklaşırken sen de buna maruz kalıyorsun. Başını önüne eğdiğin ya da gardiyanlarının aksi yöne baktığın anda... Farkında değilsin tüm bunların, hoş farkında olsan da sorun değil. Sıradan insanların basit kaygılarından oldukça uzaksın, biz ona inanıyoruz. Perona yaklaştıkça adımların yavaşlıyor ve işte şimdi de yön değiştiriyorsun. Montunun şapkasını geçiriyorsun kafana, alenen gizliyorsun kendini ve peronun bize göre sağında, taş duvarın dibinde duran banklardan birine oturuyorsun. Yanındakinden yükselen müzik boğazını yakıyor.
Sende olan şey bitmişliğin resmi, nefes almakta zorlanıyoruz sana bakarken. Kaybetmenin ne demek olduğuna, bildiğin her sözcüğün anlamına ihanet etmesiyle şahit oluyorsun. O’nun bir zamanlar yakışıklı olan yüzü duyduğun şarkıyla ortak olup kulaklarına çarpıyor. Pişmanlıkların için gözyaşı döküyorsun, gözlerin yanıyor. Aslında sen çarpmanın şiddetiyle yanılıyorsun, suyun kandırma kuvveti yoktur.
Gördüğün rüyalar yüzünden kim bilir kaç gecedir uyumuyorsun. ‘O’ olduğuna inandığın, ‘O’ olmasını arzuladığın, ‘O’ yaptığın adamla bu muharebeden sağ çıkamadın. Sandın ki bir gözünü kapalı tutarsan O’nu hep yanında görürsün. Yanıldın.
Beklemek zamanı öldürmenin sancılı ruh ikizi… Bu sancılı dönemde verilen her kararın diğerini yok sayması olağandır. Gardan çıkıp üst geçide adımını attığında karşına dikiliyor O adamın, babanın hayaleti. Sen onu düşlerinde sayısız kere boğdun, kollarında öldürdün. Şimdiyse elini kana bulamadan gerçekleştiğini gördün tüm bunların.
Konuşmadan anlaştın onunla, söylediği şey -gel ve gör beni- oldu, Haydarpaşa Numune’nin morguna doğru yol aldınız birlikte. Acil’den giriş yaptınız, bekleme salonundan çıktınız. Bundan yirmi üç yıl önce anne rahminde geçmiştin bu yoldan. Zamandan çalınmaz bunu biliyorsun, aslında siz yalnızca yolu uzattınız.
Senin için endişelenmeyi doğduğun gün bıraktım. Cilası dökülmüş tahta banklardan birinde adını, bende eksik olanın sende var olmasını, kusursuzluğunu düşündüm. Bir yolunu bulduğunda geri dön. Seni seviyorum.
-Ablan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder