24 Kasım 2011 Perşembe

Biraz kahve?


Uyanıyorum hiçbir şey yokken, tavanı izlerken buluyorum kendimi. Hep ışık açık uyuyorum, bu defa sokak lambası aydınlatıyor odayı. Korkuyorum. Saat gecenin 3’ü. Tekrar uyuyamayacağımı anladığımda mutfağın yolunu tutup kahve suyu koyuyorum ocağa. 

Her şeyde grinin tonları var, her hareketimi uzaktan izliyor gibi hissediyorum, bir sonraki hamleyi tahmin etmek bu ağır çekimli hallerde çok kolay. 

Kaynayan suyu gördüğümde ellerimi tezgaha dayayıp beklemeye başlıyorum. Neden sonra aptallığım sinirlendiriyor beni. Su kaynadığında ocaktan alınır, oysa ben kaynamanın geriye sarmasını bekliyorum. 

Günlerden nedir bilmiyorum ama kesinlikle pazar havası yok, ortalarda bir gün muhakkak, ya salı ya çarşamba. Çıt yok etrafta, kaynayan suyun taşmasıyla sönen ocak sayesinde oluyor bu da. Kahve yok, kahve bitmiş, haber bile vermemiş, ben suyu kaynatmışım, gitmiş. Hiç böyle yapmazdı oysa. 

Planlar yapmıyorum, çıplak ayaklarımın soğuktan buz kesmesine aldırmıyorum. O şekilde ne kadar bekledim, aklımdan geçenler nelerdi hiç bilmiyorum. Oysa en çok 'bilmeyi' istiyorum. 

Tükenmekte olan suya biraz daha ilave yapıp çaya dönüştürebileceğimi fark ediyorum. Poşet çaya biraz kaçak çay ileve edip bekliyorum, ellerimle mutfak tezgahına dayanıyorum, halsizim, en çok da kırgınım. 
Fincanın ne kadar harika bir buluş olduğunu düşünürken çayımı koyuyorum, deminden oldukça fazla ekliyorum. Şeker yok, şeker bitmiş, o da haber bile vermemiş, gitmiş. Hiç böyle yapmazdı oysa. 

Döküyorum fincandakileri lavaboya, hiç böyle yapmazlardı oysa. Zaten onu bir daha özlememe kararını da böyle bir gecede alıyorum.  

Boğazıma bir yumruk yemiş gibiyim o günlerde. İlk ido saatine kadar oturuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder