Kastamonu olduğunu düşündüğüm bir şehirde şehrin en yüksek noktasına doğru yürüyüşe çıkıyorum. Zirvede dolaşırken gördüğüm üç farklı bonsai aklımı biranda alıveriyor. Kusursuz doğal bonsailer! Masmavi çiçekleri olanın kökleri bir kayaya dolanmış, kayayı yerinden oynatıp yukarı kaldırdığım an avucuma geliveriyor. Yaşadığım haz inanılmaz. Onu köye indirip evimde yaşatmak istiyorum. O'na aşık oluyorum. Dönüş yolunda birden aklıma bu güzel ağacın yalnızca kendi toprağında yaşayabileceği geliyor, geri dönüyorum. Onun için biraz toprak almam gerek. Onu söktüğüm toprağa avucumu daldırıp iç içe geçirdiğim iki poşete doldurmaya başlıyorum. Yine yola koyulup geri dönecekken iki ruh emici tarafından yolum kesiliyor. "Buradan bu toprakla ayrılamazsın" diyor içlerinden biri. Yaratığın koluna yapışıp var gücümle sıkıyorum. "Toprağı alacağım" diyorum. Kolunu sıkmamla kendini geriye çekmesi bir oluyor. Dokunduğum yeri alev alıyor, acı acı bağırıyor ruh emici. Arkamı dönüp gitmeye çalıştığım an peşimden geliyorlar. Cam kırıklarıyla dolu boş pencerelerin içinden geçip dağdan inmeye çalışıyorum. Yakamdan düşmüyorlar. Gözleri toprağımda. Çevreden yardım almam gerekiyor ama herhangi birinin beni o yükseklikte duyacağından şüpheliyim. Yine de var gücümle ablama seslenip beni oradan kurtarmasını istiyorum. Kimse gelmiyor. Pencerenin içinden geçemeyeceğimi kabul edip farklı yollar denemeye başlıyorum. Mavi çiçekli bitkim, toprağım ve ben sazlıkların arasına dalıp gözden kayboluyoruz.